Çarşamba, Nisan 21, 2010

Neredeyse güneşle birlikte uyanmışsın. Yağmur altında yürümüşsün. Tıklım pıklım toplu taşıma araçlarında uzun yollar gelmişsin. Zaten tatilden önce son sınav. Ki kendisine hiç çalışmamışsın. Ki aynı dersin ilk sınavından son derece yüksek bir not alıp, sınıf sıralamasında son derece kötü bir yerdeymişsin. Birde akılda bin tane şey var. Şüpheler, fikirler, analizler, saçmalıklar... Tam gün ışığı görmemiş küfürler saçılacak bir sabah.

Sonra o yokuştan aşağı inerken, kulağa tanıdık ve eğlenceli bir melodi geliyor (Zaten sabahtan beri kulağa yol yapmışlar hafiften.). Ve o manzara. O nefret edercesine aşık olunulacak manzara. Birde acayip bir çiçek kokusu, güzelle çirkin karışımı. Zaten yürüyorsun, açılıyorsun. Sonra sabahın köründe sevilen bir arkadaş. Ve hep peşisıra yalnızlık, ama tatlı bir yalnızlık; kafa dinleme hesabı... Yağmur durulmuş, bulutların arasından güneş çıkıyor.

Önce gülümsüyorsun, "Vay be," diyorsun, "hayat müşterek!". Sonra varıyorsun farkına ne söylediğinin; o gizli ve özel zulandan; en temizlerinden, en afillilerinden, en ahlaksızlarından, en çakallarından bir küfür çekiyorsun; salıyorsun havaya. "Ulan," diyorsun, "bi melankolyayla bilem seviştirmiyonuz!".

Gülümsüyorsun sonra, bakıyorsun uzaklara. Selam yolluyorsun yollanması gerekenlere, özürler diliyorsun dilenmesi gerekenlerden.

Çıkarıyorsun cebinden anahtarları, çevire çevire sokuyorsun deliğe, çevire çevire açıyorsun kapıyı.

Sonra kapanıyor kapı.