Pazartesi, Aralık 27, 2010

Cumartesi, Kasım 27, 2010

defterden...

Birbirlerinin suratına bile bakmadan yanyana oturan iki sevgili. Cep telefonlarıyla konuşurken birbirlerinin suratına bile bakmadan yanyana oturan iki sevgili.

Belki birbirleriyle konuşuyorlardır?
13:15, 04/11/2010, Etiler

"Are you a ladies man, Bob?"
The funny thing is not the name "Bob" nor the question.
The funny thing is the answer could be "yes". You can't know anything for sure in this world. A crazy... crazy world, I tell ya.
07:51, 23/11/2010, Metrobüs

Summation
Let's get late tonight.
Let's get lost tonight.
Let's get love tonight.
Let's get lost in love later tonight.
18:42, 26/11/2010, Beşiktaş

Cumartesi, Ekim 30, 2010

Cumartesi, Ekim 09, 2010

David Gilmour, Film Kulübü
domingo, 2010

Pazar, Ağustos 22, 2010

Photo Credit: Penelope

Cuma, Haziran 11, 2010

Photo credit: Tania

Cumartesi, Mayıs 29, 2010

Her şey bir yalanla başlar,
İki kişi arasında.
Diğerini korumak için,
Yanlış anlaşılmaları önlemek için;
Söylenen beyaz bir yalan.
Oysa rengi olmaz yalanların.

Kendi söylediğim hiçbir şeye
İnanmıyorum çoğu kez.

İlişki bitiren yalanlar olduğu gibi
Başlatanları da vardır.
Hem ne demişti adam?
"Madem hedef orası,
Neden oradan başlamasın ki?"

Hem yalan söylenir.
Hem de pek sık söylenir.
Emin değilim ama;
Buna ne kadar üzülmek gerekir?

Fakat en önemlisi;
Düz yazı gibi, şiir yazmaya çalışmanın
Acizliğidir.

Pazartesi, Mayıs 03, 2010

-Olmayacak işler için kendini yorma, daha da önemlisi kendini kandırma abicim.

"O gerçek değil, biliyorum." dedi, "O bir hayal; o, olabilecek bir sevgilinin fikri; o, gidilmemiş bir tatilden güneş batışını içeren bir fotoğraf karesi. O; boş bir defterin, boş bir sayfası."; sonra sustu. İnceden gülümsedi, hüzünlü; "Herşeyimde olduğu gibi. Bütün bu koskoca, yalnız hayatımda her saniye olduğu gibi..."

23 Nisan '10, Yol

Çarşamba, Nisan 21, 2010

Neredeyse güneşle birlikte uyanmışsın. Yağmur altında yürümüşsün. Tıklım pıklım toplu taşıma araçlarında uzun yollar gelmişsin. Zaten tatilden önce son sınav. Ki kendisine hiç çalışmamışsın. Ki aynı dersin ilk sınavından son derece yüksek bir not alıp, sınıf sıralamasında son derece kötü bir yerdeymişsin. Birde akılda bin tane şey var. Şüpheler, fikirler, analizler, saçmalıklar... Tam gün ışığı görmemiş küfürler saçılacak bir sabah.

Sonra o yokuştan aşağı inerken, kulağa tanıdık ve eğlenceli bir melodi geliyor (Zaten sabahtan beri kulağa yol yapmışlar hafiften.). Ve o manzara. O nefret edercesine aşık olunulacak manzara. Birde acayip bir çiçek kokusu, güzelle çirkin karışımı. Zaten yürüyorsun, açılıyorsun. Sonra sabahın köründe sevilen bir arkadaş. Ve hep peşisıra yalnızlık, ama tatlı bir yalnızlık; kafa dinleme hesabı... Yağmur durulmuş, bulutların arasından güneş çıkıyor.

Önce gülümsüyorsun, "Vay be," diyorsun, "hayat müşterek!". Sonra varıyorsun farkına ne söylediğinin; o gizli ve özel zulandan; en temizlerinden, en afillilerinden, en ahlaksızlarından, en çakallarından bir küfür çekiyorsun; salıyorsun havaya. "Ulan," diyorsun, "bi melankolyayla bilem seviştirmiyonuz!".

Gülümsüyorsun sonra, bakıyorsun uzaklara. Selam yolluyorsun yollanması gerekenlere, özürler diliyorsun dilenmesi gerekenlerden.

Çıkarıyorsun cebinden anahtarları, çevire çevire sokuyorsun deliğe, çevire çevire açıyorsun kapıyı.

Sonra kapanıyor kapı.

Pazar, Mart 21, 2010

Dün gece üç kere ağladım.
Senin acından,
Senin susuzluğundan.
Dün gece tam üç kere ağladım.

Ağladım kimse duymadı.
Ağladım kimse görmedi.
Sen bilmedin ağladığımı.
Ama ben gene de üç kere ağladım.

Göz yaşlarıma şahit oldu yastık.
Dayanamadı acıma.
O da ağladı benimle.

Dün gece yastıkla ben senin için tam üç kere ağladık.

Mart '10, İstanbul
Kalabalıkların içinde yalnız,
Yalnızlıkların içinde kalabalık;
Yaşlıların içinde genç,
Gençlerin içinde yaşlı;
Akıllıların içinde aptal,
Aptalların içinde akıllı;
Normallerin içinde farklı;
Farklıların içinde normal; olmaktan
bıktım...

Aralık '09, İstanbul

Pazar, Ocak 24, 2010



Hayatta hep bağlıyız birşeylere; belki de birşeyler bizi bağlayan. Aile, dostlar, ülke, inançlar, fikirler... Bazen öyle bir hal alıyor ki - ya da "bazen", aniden olmuyor; zamanla, uzun sürede de olabiliyor -; insan şaşırıyor: "Bu kimin hayatı?", "Neden koşuyorum durmadan."... Yanlış anlamayın. Hayata anlam katan, hayatı değerli kılan, ölüm döşeğinde "Ne güzel yaşamışım ulan şu hayatı." dedirtebilen şeyler belki de onlar.





Fakat bir anlığına düşünün. Ya bu bağları kırsaydık?






Kavuşsaydık kanatlarımıza?






O; boşluk içinde mutlu olabilceğimiz, azla yetinebileceğimiz, koşmayı bırak 'durabileceğimiz'... yere ulaşabilir miydik?





Ulaşsaydık da izsiz, pürüzsüz olmayacaktı değil mi?

Pazar, Ocak 17, 2010

Hayat, bazen sadece "space"e basmaktır.